28 Aralık 2013 Cumartesi

yutkundugun yerde

tam o yutkunduğun yerde
..
...

Taciz ettiğim beyninle
Islanan alnından geçmek üzereyken
duydum
metalik bir turunçgil kokusu
sakin ama asi
odunsu mu denir?
işte sedir ağacı !

..

akıntıyı izleyen gözlerinle
durduramadan kendimi
gördüm ve sustum
Ruhun sanki sakız
Eriyen asfalt kıvamı
irkildim ama kaçmadım.

tam o yerde
yutkundun..

Atlamıştım dudaklarını

Susuzdun ve yutkundun
Tam orası!

Kalp oradadir iste

boğazına takılmak uğruna
su iken buz oldum

yine de yutkundun

boynun bozdu bu oyunu :)

oyunsa, olan oldu
sen (!) yutkundun
işte tam orası................

26 Aralık 2013 Perşembe

Taksi soylesisi II'nin devami

- seni anlayamayacagimi soylemisti..
- kim? 
- onceki hayatimdan bahseden kadin. Iyi bir insan bakma , ben olayi anlattim: kazayi ruyalarimi falan o da bu yorumu yaptiydi

- e biraz populer bir yorum olmus, onceki hayatlar baba kiz iliskisi ? Degil mi? 

- bak guzel kizim, bana da ilk sacma geldi de sonra baktim bu kadar cok tesaduf, dedim olabilir... 

- neyse gecmis gecmis, onumuze bakalim degil mi? Tesekkur ederim bunlari paylastiginiz icin. Inansam da inanmasam da hos bir sohbet oldu..

- seni uzdum ben ya, pardon abicim

- uzulmedim, sasirdim. Bunu anlatsam inanmazlar, ondandir sanirim saka gibi geliyor bana da

- sen yine de al kartimi, taksi bahanesiyle ederiz sohbet

- tamam 

- gecenlerde hanimla konusuyorduk, tasinalim dedik guneyde bir yerlere, buralarin tadi tuzu kalmadi...

- kalmadi evet 

.....


24 Aralık 2013 Salı

Senli Benli

Tarihi bilmiyorum
Saat henüz erken 
Tek bildiğim 
Dönence.. 

Pencere kırık hem de hava ayaz
Yorgan olmuş ateş 
Gölgeler sarmaş dolaş 

Ses yok uğultu var
 yine de kulaklar birer dudak
Kavuşamayan 

Geldim! Diyen sıcak ama boğuk bir ses 
Titreyen eller kibrit ararken 
kuru ama nemli bir öpücükle
Sessizlik bozan kuralsız bi gelişme

Uyudum ! diyen bi yalancı 
Hayallerini rüya sanan bi yabancı 
Kelimeleri boğarcasına.. 

Yakar o anı yeni bi sigaraya.
Sakin çığlıkları gecenin
Sarar odayı 

Tek oda çıkmazı

Sessiz, bensiz 
Senli ve sakin 

Bir dakika oldu sadece 
Hani zaman yoktu ?! 
Kayboldu ikisi bi anda 
A'na boğuldu hava 
Sis çöktü benli dudaklara 
Nemli..
Gri.. 
Senli.. 
..


21 Aralık 2013 Cumartesi

Giriş

Başımın dönüyor olması yetmiyormuş gibi çalan şarkı da ışık hızıyla döndürüyordu zamanı. Tansiyon misali, sersemletiyordu! bir 90'lardasın bir 2000'lerde arada 80'lerden bir çocukluk anısı, utançlısından hatta. Böyle olunca zaman mekanı dövüyor resmen. Unutuyorsun bastığın yeri. Zaman uçuyor olsa da sen ondan hızlı uçuyorsun, yere basamıyorsun. Bulutlar iyidir topraktan diyerek kanatlanıyorsun.

Böyle tanımlanmış bir mevcudiyet varsa ya duracak bekleyeceksin, ya da uçurumun kenarında iki tekerlek üzerinde olduğunun farkına varıp dengeye oynayacaksın. Dengesizlik, ansızın olabileceklerle birleşirse düşüş olur. O da bir nevi uçuş gibi gelse de kulağa, değildir işte!
Uçtuğunla kalmaz çakılırsın yine o toprağa.

Olağan ile olması beklenilen arasında düşüncelerimle savaşırken taksi durağına doğru yürüyordum.  Yine o taksi durağından binecektim. İnatla! Baş dönmesi, sıcak, nem fark etmez! Daha fazla yürüyor olsam da o sırada o kazayı düşünecek ders çıkaracak yine de o taksi durağına gidecektim.

Her zamanki gibi tek bir taksi vardı durakta. Bindim! Yol boyunca  fotograf çektim. Yine güneş batışı ve göztepe sahil yolu, keyfime dokunmayın misali.

Her kare yeni bir kaza her kare yine bir hata .. Anımsata anımsata başladım bu hikayemin yoluna ...

taxi soylesileri II

Bu taksi söyleşisi, aşağıdaki yazımın devamıdır..

http://www.duyguru.com/2013/08/bas-donmesi-uzerine.html

Yaklaşık beş ay önceydi, İzmir'in kavurucu sıcağı, ateş basmalarına davet çıkaran ev sahipliğindeydi.
Takside fotoğraf çekmeye devam ediyordum ki,
- Sanatçı mısınız? dedi şoför.
- Ahahah hayır, benimki sadece keyif. Amatörce.
- Böylesi daha güzel değil mi? 
- Haklısınız! Hırsa gerek yok, biraz içeriyi ısıtıyorum galiba açık camla, sakıncası var mı? (Klima açık arabada)
- Yok ama isterseniz durabilirim bir yerde, daha net çıkar bence..
- Evet de, böylesi de güzel.. Siz de seviyorsunuz fotoğrafı sanırım. (Konuşurken devamlı fotoğraf çekiyorum, diyaloğumuz bakışsız sürüyor)
- Manzaradan ziyade portre seviyorum ben. Hem çok da şanslısınız inanılmaz bir gün batımı var.
- Değil mi? (şak şuk şak şak.. daha da gaza geliyorum)
- Sizi şimdi tanıdım.
- Yok o ben değilim (diyorum gülerek)
- Bizim oradaki seyahat acentasındasınız siz. Ne diyeceğimi sandınız ki? 
- Ha tamam o benim.. (Birkaç şak şuktan sonra makinayı kısa süreliğine kapatıyorum ve şoföre dönüyorum. Öyle ansızın bir dönüş oluyor ki, refleks olarak adlandırılabilir bu durumda) 
Ben geçen sene sizin taksi durağında bir kaza yaptım.
- İnanmıyorum! O siz misiniz ? Çok değişmişsiniz.
- Nasıl yani? Hatırladınız mı ? O kadar büyük bir şey değildi.
- Ben de oradaydım. Ve siz arabadan çıktığınızda hepimiz bir ohh çektik. Nasıl kaskatı çıktınız, çok korktuk. 
- Hatırlamıyorum o kısmı maalesef ya da maalesef değil. (az biraz gülümseyerek)
Allah korudu bacım sizi. Bak şu işe, daha dün gece o kazayı gördüm rüyamda, ne oldu acaba kadıncağıza dedim.
-Buradayım bak, sorun yok (diyorum gülerek, ama trafik var daha ve bu muhabbet uzarsa yanarım.. Sonuçta kendimi cezalandırılmış çocuklar gibi hissetmeye başlıyorum..) 
- Bacım, bak yanlış anlama ama ne yaptın o gece sen öyle.
- Bak bu muhabbet burada kalsın lütfen, rahatsız oluyorum bu tutumunuzdan!
- Beni yanlış anladın. Benim rüyalarıma girdin. Öyle bir ağlıyordun ki. Ya dedim bu kadın masum len. Çok talihsiz bir kazaydı. Ama olması da gerekiyordu sanki. Biz hala seni konuşuyoz. Biliyon mu ? Ama kızmıyoz sana. İşin hikayesini merak ediyoz.
- Nasıl yani?
- Abicim, bak ben senin belki baban yaşındayım. O gece sen sadece kaza yapmadın. Hepimiz yaptık, yaşadık. O polisin sana tutumu, ailenin gelmesi yaşananlar felan inan içimiz cız etti. Ama sen de öyle bir huzur vardı ki.. Çok da korkmuştun bu arada, tir tir öyle hay Allah'ım ya bak nerden nereye.. (Sormadan yakar bir sigara) Pek de güzeldin, polis yavşaklık etti sana, üfletme dedik o kadar, yaklaştırtmadı bizi yanına P.z.v.nkler. Buldular bir hatun yalnız, ya abicim o gece sen hatırlamazsın ama neyse anlatmıyım.

Beni alır bir düşünce tabii.. 
"İş bu kaza ne zaman bırakacak peşimi " 

-Bence de anlatma, az çok biliyorum zaten. Tesadüfleri sevmiyorum, ondan bu tavrım.
- Kızım bak, ben dolu bi adamım, üniversite okudum , sana şimdi söyleyeceklerime belki gülersin, inanmazsın bilemem, ama yaz aklının bi köşesine.
(Sanki ben anlat demişim gibi hırsla devam) 
-Peki ?
-Ben bir önceki hayatında senin babandım. 
-Ahahahahaha (tutamıyorum kendimi, e ne yapsaydım, aaa cok ilginç mi deseydim !!) 
- Tabi gülersin böyle. Ama bak dinle. Seni ben kazadan önce de görmüştüm. Rüyamda yine .
- Çok affedersiniz, inancınıza saygım var ama şu anda bu muhabbetin gidişi beni iyice rahatsız etmeye, hatta ürkütmeye başladı. Yolcunuza böyle bir huzursuzluk vermek istemezsiniz sanırım.
-Olur mu öyle şey kızım tamam bak susuyorum ama sadece son kez... 
- Lütfen son olsun.
- Ben seni tanıyorum, bu kaza ilk değildi, buna izin verme, bununla sana bir mesaj geldi. O mesajı iyice oku. Anla. Bak bu kartım istediğin zaman da beni ara. 
-Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsunuz? Bu nasıl bir cesaret. Çok kızgınım ama bir yandan da söylediklerinizi merak ediyorum. Hah işte bundan sevmiyorum bu tesadüfleri.

... devam eder





15 Aralık 2013 Pazar

dengemin gecesi

Cumartesi ve İstanbul'dan misafirim var..
Misafir de sayılmaz, geçmişimin önemli tanıklarından biri..

Ofiste çalışıyorum ve sağlam bir atak gelip çarpıyor önce. Yine o tanıdık baş dönmesi. Kafamı masaya koysam bulantıdan yerimde duramıyorum, düz bakıyorum dünyaya ama nafile; tüm ofis benimle dalga geçiyor sanki, yetişemiyorum dünyanın hızına. Takipsizlik kararı ile teslimiyet hallerinde geçmesini bekliyorum bu tutsaklığın.
Saat 15:00. Ofisten çıkıyorum.
Cadde üzerimden geçiyor, ben bulutlara basa basa kuaföre giriyorum.
Herkes o kadar iyi tanıyor ki beni:
'Duygu Hanım kahve?'
"Çok mersi, iyiyim.."
'Siz dinlenin biraz sonra başlayalım isterseniz?'
"Hayır, acelem var ;bir ayran söylerseniz sevinirim, hafif başım dönüyor"
'Tamam işte bir değişiklik var ondan dedim, hemen duygu hanım'a ayran alın lütfen'
"Acelesi yok Gamze'cim çocukları telaşlandırma !"
..ayran içiliyor, bulantı artıyor, baş dönmesi 1 gıdım azalıyor ama hala dalga geçiliyor, o ayrı!
'daha iyi misiniz?'
"Bir an önce bitsin, bir tanem, dinlenmem gerek sanırım"
.... Acılısından, hatta dönmelisinden, bir manikür pedikür sonrası eve gidiyorum.
Misafirimi arayıp, eve geldiğimi haber veriyorum.
On beş dakika için uyuyakalıyorum. Kan ter içinde uyanıp, duşa giriyorum. Baş dönmem yok, bulantı sıfır ama başım ağrıyor hatta buna zonklama deniyor.
Misafirim geliyor, aslında ona peynir sufle, roka salatası yaparım diye düşünürken; baş dönmesi ve hayatın benle dalga geçiyor olması üzerine, Mars'ı yeniden keşfedermişçesine eve pizza söyleyelim harika olur diyorum.
"Bak filmler de var, izleriz ama istersen çıkarız da diye ekliyorum"
O kadar iyi ki. O kadar iyi tanıyor ki beni.
'Ben çıkmaya gelmedim, seni görmeye geldim evde oturalım' diyor.
Bu kendi kendime, bir meydan okuma oluyor aslında.
"Hayır çıkalım, cumartesi bu gece" diyorum. -Aslında hiç sevmem cumartesileri çıkmalarını-
...
'üşürsün böyle'
"hahaha gör bakalım burası izmir"
-taxi....
......
Alakasız bir mekana giriyoruz. Arkadaşlarım da orada. Müzik çok kötüymüş diye düşünürken öğreniyorum ki çalan gurubun ilk performansı. Hep şefkatli oldum. Aksini gördüğümde kaçtım. Şefkatsiz yaşayamayanlardanım...

Ellerimde tüm gece hiç çıkarmayacak olduğum eldivenlerle, ses çıkarmak zor olsa bile, bol alkış ile herkesi ve ortamı motive etme çabalarındayken, karşıdan gelen uzun saçlı dört gözlü adamı tanıyor olduğumu fark ediyorum.
"hocam selam nasılsınız? ben duygu cankara" diyorum
boş boş bakan doktora "immatür teratom" diyorum ve hemen beni hatırlıyor :)
'saçlarınız uzamış, makyajla da tanıyamadım' diyor.. Tercümesini yapıyım :
Devamlı karnınızın içine bakıyorum, siz benim için ultra viole ışınlarından oluşan bir objesiniz, sizi insan kılığında görünce tanıyamadım demek istiyor. Haklı da..
Gülüyoruz..
"İyi eğlenceler"
'Size de, sizi çok iyi gördüm, devam..., uzun bir süre bana gelmeyin'
Doktorların, espri anlayışına saygı duyuyorum.
İstanbullum, bira içelim diyor, olmuyor, ilk bira elimde patlıyor. "Ben whiskey alacağım" diyorum bara gidiyorum. Barda onkoloğumla karşılaşıyorum.
"Hadi canım" diyorum. 'merhaba' diyor adamcağız ama derin ve boş bakıyor. "Duygu ben immatür teratom" diyorum yine ve gülüyor. Kahkaha atıyoruz hatta. 'Beni boşadınız artık gelmiyorsunuz' diyor.
"Ee siz bana öğrettiniz, ben testlerimi yaptırıyorum, her şey yolunda, sonuçlar sınırıların dışına çıkarsa geleceğim ama hiç size gelesim yok" diyorum 'sakın gelme o zaman' diye ekliyor tabii gülüyoruz ve beni eşi ile tanıştırıyor. ' Bak canım Duygu Hanım..' der demez ben "Kusura bakmayın bir dönem gece gündüz aradım, işte o bendim" diyorum; elimi sıkıyor eşi, hatta avucunun içine alıyor, ' ne mutlu burada karşılaşmak, ailenize selamlar' diyor.
Elimde whiskey ile onkoloğumun yanından ayrılırken yaşadığım oksimoronları düşünüp mutlu oluyorum. Onkolog ile barda whiskey içerken... diyip gülüyorum.

Drunk'n Duck'a gidelimmmmmm diyen çılgın bir kalabalık oluşuyor etrafımda. Eh tabii bir gecede sağlam check-up'tan geçmiş bir ex-kanser hastası için hayır deme lüksüm olmuyor.. İyi ki de olmuyor.

O ana kadar, ne zaman dışarı çıksam, havalara bakan, bulutlara tapan, aya dua eden ben; tüm bunları bir geceliğine unutuyorum ve içiyorum. Tüm bu endişe kaosunun doktoru oluyor bardakiler. Doktorlar barında olunca büyük bir özgüvenle, içiyorum. Saygı duyuluyor.
Dengemi bozanım olmuyor bir an için! Bir gece bile olsa nazardan korkmuyorum.
Bayılırsam bir sürü doktor var etrafımda siktir et diyorum, içiyorum.

Ve tabii beklenen sonuç :) Sarhoş olamıyorum ! Bayılmıyorum da ..

Hepsi bir yana; sabahki atağımı unutmuş olmama inanamıyorum. Eve geldiğimizde "aaa ataklarımı anlatsaydım iyi mi olurdu" acaba derken DENGEm aklıma geliyor.
Bozma diyorum.
Geleni al, kabul et.
Bu gece aya ve bulutlara değil sadece, o doktorlara, Istanbul misafirine, cesaret eden aklına, bahanelerini gerçeğe dönüştüren o güzel kalbine şükret ve yaz diyorum.

Okudunuz. Teşekkür ederim.











3 Aralık 2013 Salı

taxi söyleşileri - 1 pıs

- nereye ?

+ güzelyalı lütfen

- sahilden gidelim mi?

+ elbette, bu şarkı güzelmiş sesini açar mısınız?

- çok yorgun görünüyorsunuz? bankacı mısınız?

+ (gülümsüyorum) değilim ama evet, yorgunluk var biraz

- o cep telefonundan bunlar hep, insanı rahat bırakmıyorlar

+ müziği kısabilirsiniz ..

- cok affedersiniz parfümünüz ne acaba? Gün içinde o kadar çirkin parrfümleri çekiyoruz ki, ablalar soruyo niye açtınız camı diye (gülerek)

+ (gülümsüyorum)

- hanfendi yanlış anlamayın, nişanlıma almak istyorum da, geçen gün bizim atilla ağabey var ona gittik yeni bir parfümcü açmış, bir parfüm verdi nişanlımla bana, hem erkek hem bayan içinmiş. Hani dedik aynı kokalım. Aldık, eve geldim annem hiç beğenmedi. Ertesi gün gittim benimkini değiştirdim, bu sefer de kız kardeşim beğenmedi. Tutturamadık anlayacağın. Anam beğenir, nişanlım kızar,  nişanlım beğenir kız kardeşim karışır (erkek olmanın dayanılmaz gururuyla güle güle anlatır)... kısa ama çok kısa bir sessizlik ve devam eder

-Jager var bende aslında ama bilirsin çok ağır o da hanfendi ya, her gün olmuyor değil mi?

+ bilemedim ben onu

-Yok çok iyi parfümdüür ama tabii erkek kokusu işte , ben sizinki nişanlıma düşünmüştüm

+ kaleminiz var mı?

- Buyrun çok sağ olun

+ (yazdım tabii, sevaptır)

- Hanfendi bu nasıl bir parfüm adıymış böyle roman gibi (gülerek) ne demek ki bu?

+ küçük siyah elbise gibi bir şey demek sanırım

- çok iyimiş ya, adamlar bak neler yapıyor.. Bizim hükümet hala çocuk sayısı, içki saati ile uğraşırken. Yani tabii adam iyi şeyler de yapmadı değil ama bu ne artık ya 3 çocukmuş. Var mı sizin çocuk?

+ (artık rahatsız olma noktasından uzaklaşıyor, her yeni gün yeni bir insan tanımanın keyfini yaşamaya karar veriyorum - sabırla) kızım var, evet

- OOO maşallah, ben de bir kız çocuğu istiyorum inşallah

+ nişan var artık parfüm de tamam , gerisi nasip (diyorum da -an'sızın ağızdan sızan kelimecikler ordusu)

- Ya öyle de işte, ben 7 yıllık nişanlıdan ayrıldım biliyon mu, bu'nla da dün bir bugün iki, hani bi de ben çok inceledim bu evlilikleri hepsi çıkar üzerine kurulu, du bakalım dedik aileler tanıştırdı ilk,hani onlar dengi dengine de ya biz? ilkini çok sevdim abla, öyle böyle değil.. Off offf

+ nasip tabii (dedim cidden dedim bunu ben offf)

- Yok abla, bak şimdi evlilik ticarethane, çıkarın yoksa olmuyor, bak hemen boşanıyorlar şimdi kadınlar. Bak şimdi hükümet her aileye bir uzman verecekmiş. Bak hem öyle hemen boşanmak yok artık.

+ bakıyorum (diyorum gülerek, bu da olmadı yine ama tutamıyorum çenemi, 1 kelime bile olsa çıkıveriyor)

- Ha ?

+ yok yani haklısın evlilik zaten sonradan uydurulmuş bir kurum, ama sahip de çıkmak lazım tabii (konuşan kim, içimden bir adet aileden sorumlu cart curt bakanı çıktı)

- Abla yok artık ne yapacak bu uzmanlar eve falan mı gelecek? Gelecek de neye bakacak?

+ Neye karışacaklarını şaşırdılar, ben sağda ineceğim bu arada bir şeyler almam gerekli buralardan.

- abla bak kafanı şişirdim senin de..

+ yok olur mu öyle şey, ne güzel sohbet ettiniz. (Hala falso veriyorum)

-Abla son kez 1 pıs sıkarmısın senin parfümden arabaya ?






1 Aralık 2013 Pazar

Yazmadım da ondan bunu yazdım

'Yazdığım kadarsın işte' demek istemediklerim var. Ondandı! Basiretim bağlandı..
Bir akşamüstü bir adam, bir çocuk, bir insan hatta yakınlardaymış da saklanmış bir dost, kısa görünen ama derin anlatan bir mesaj yolladı: 'mutsuz değilsin demek..' 

Evet mutsuz değildim ama hep de altını çizdim mutsuzluktan beslenerek yazanlardan olmadığımın.

'Ne biliyim işte' demeyi sevmesem de tam zamanı: bilmediğimi sandıklarımdan kaçışımın sessizliğiydi belki de! 

En mavi zamanlarda moru anlattım;
Güneşsiz derken bulutların güzelliğiydi o
Sensizim yazdım, içimden yalnızlığımızı kutladım
Hep bir parti hep oyunlar hep mi ışık?

Coşku hiç bitmedi! mutlusunda da mutsuzunda da hep orada anlattıklarım saklandı durdu

Seviyorum huzuru biriktirmeyi .. 
Yazmadım ! fazla fazlaydım da ondan 

5 Ekim 2013 Cumartesi

Aciline kurban

'Teknolojiyi katil yapmış bizim kurbanlık doktorlarımız, hale bak' diye diye .. 
'ellerde akıllı kutucuklarına baka baka hasta bakamaz olmuş bu vicdansızlar' diye diye 
acile bir girizgah yaptım ki o kurbanlar beni hemen panik anne kategorisine sokuverdiler. 
Haklılardı da; taşikardi moduna programlanmış bir saatli bombaydım adeta.. 
Sanki o doktorlar yüzünden oradaydık, bizler hasta olmasak onlar aç kalacaktı!?! Gibi akılsızca şüphelerimi cevapsız bırakmış , 3 yanlış düşünce 1 doğruyu götürmez umarım diye hesaplardaydım.. 

İşin özü çok kızdım onlara, o sırada bizle ilgilenmediler diye! Çığırtkanlık mı yapmalıydım illa derken yapamayacağımı da bildiğimden O kahraman kadını aradım. Mübalağasız kahramandır! Şöyle ki, bir telefonla acil olayına sokuverdi bizi. İçeri aldırdı, iyice acilleştirdi, kıvama soktu sakinleştirdi, havaya girdik derken başladı kafamda yeni hastane hikayeleri..

Emanet hikayeler mübarek..,iki gün sonra unuturum ne olur ne olmaz, buyurun; 

Acilin acilindeyiz, yani arka odada, doktorları ikna etmişiz acil olduğumuza demek oluyor bu..Sonunda bir rahat nefes alıyorum derken, okşizen yerine oksijen, iğneye injeksiyon, kortizona steroid diyen, tüm latince ilaç içeriklerini dilim sürçmeden sayıvermiş iğrenç-havalı -çok bilmiş bir cadı olarak algılandığımı fark ediyorum! Yeni bir strateji uygulamalı, aslında bir hiç olduğumu ve o kurban doktorlara aslında nasıl muhtaç olduğumu hissettirmeliyim bir şekilde diyorum ve ellerimle yüzümü kapatıyor, gelmiyom gitmiyom demeye başlıyor etrafa acı dolu bakışlarla bakıp kafamı 'ah ah neler var neler' şeklinde sallıyorum. Yazarken utandım hani o kadar !?!

..... 

Evet, acilin acilinde yaklaşık 14 acil saat sonra, şu yukarıda yazdıklarımı bir kez daha okuyorum ve kendime az biraz da kızıyorum.

Çoğumuzun olamadığı kadar 'insanlardı' o acil gecesindeki doktorlar:

Tam karşımızdaki yatakta 2 yaşında bir Kürt çocuğu.Annesi terk etmiş, babası başında. Doktor diyor ki yatmalı bu çocuk en az bir hafta, ki yatak kara borsa hastanede ve bir de kural var ancak kadın refakatçi ile kalabilir kara oğlan Emrullah. Adamın anasında bir kelime Türkçe yok, içimden 'e be kadın nerede yaşıyorsun, bir iki cümle kuraydın bari' desem de önemli olan sonuç. Adam yalvar yakar ben kalırım oğlumla dese de nafile.. Babanneyle iletişim bakıyorlar sıfır, adamı da yukarıda üç kadın refakatçi ile aynı odaya veremeyeceklerinden insiyatif kullanıp Acilde tutmaya devam ediyorlar. O Emrullah ki beş saat önce nöbet geçirmiş, diyazemi yemiş, o ağır uykudan uyanıp hepimize el kol hareketleri ve anlamadığımız Türkçesiyle bağrışıyor avaz avaz! O içi şefkat ile dolmuş sabır kübü kurban diyip de şimdi bu lafı geri aldığım acil doktorları, kürdü türkü cahili paralısı fakiri demeden herkese olabildiğince eşit imkan sunmaya çalışıyor. O zaman işte anlıyorum neden cadı olanın ben olduğumu. O 'steroid tedavisi ile bronşiolit obliterans ..' Diyen dilimi böyle geri sokarlar işte! 
Türkiye'nin Acilleri benden ibaret değil, biliyordum da yaşayınca tokat gibi ders oldu yanıma. Ben'im acil'im Türkiye'nin Acil'ine vız gelir ters gidermiş meğer. 
Yine de Acilsiz şifalar olsun tüm memleketime.. 

8 Eylül 2013 Pazar

-lu'lara

Ne sesin kaldi aklımda
Ne de koku'n yanımda

Eski bir kaç şarkı olmasa
Ad'ın yalnız bir sıfat
Duygu'nun lugatında

An meselesi bu
Gönlüm kayar o ıssızlığımıza

İşbu baki kafayla
Tek düşünebildiğim
sıfat olsak tek ortak yanımız
Yapım ekleri olurdu aslında


28 Ağustos 2013 Çarşamba

Sonların Duası

Nedenli ya da nedensiz olsun, vedalar birer son'dur ve de zordur.

Her sonun bir başı, her baş'ın bir sonu varsa bu kısırdöngü epey kor'dur

Bir bulaşıktır bu sonlar, bulaşılmadan başlanmaz, başlanmadan yaşanmaz

Ne sonum ne başım, hep akanım olsun der kaçarım

İşin kolayı mı bu? Hayır! Sahiplenmeden yaşamaktır arzum. Başlangıçların kibirinden sıyrılıp sonların sömürüsünden uzak olmak da benim yazılı kanunum

Ne demeye çalışıyorsam başlıyorum yine yeniden; hayırlara vesile, kocasızlara adam, çaresizlere derman, yaralara merhem olsun; Amin..

17 Ağustos 2013 Cumartesi

aylin, bu da sana gelsin

önce o sayfayı terk ettim, yine de sordu hatta içten içe yalvardı "sayfada kal" diye
işte tüm bunlar internet üzerinden uçak bileti alma çabalarım sırasında yaşandı.
bir havayolu şirketi bu kadar mı sever ancak beni dedim. mutlu oldum! Mutlu Duygu.

onca mutluluk tanımlarını hiçe sayarak; aslında tanımsız olan işbu duygunun sıfat olmuş hallerini yaşatma cüretini bir satış stratejisi haline getirmiş bir firma bu, diye düşünerekten istanbul'a uçmamaya karar verdim.

ne olduysa o an oldu, yürümeye başladım, terk ederekten bu tanımsız duyguyu

aylin bu da sana gelsin!

11 Ağustos 2013 Pazar

Satırsız son olduk

Baktığım her anda tek bir an vardı
Hep ortası net etrafı buğulu
Masalsı reklam panolarıydı
Senle bizim olayımız
Ne geliri vardı ne gideri
Hep oradaydı yakınımız
Sen dibimde, ben senin önünde
Geçmek bilmedi satırlarımız
hiç olamadı ki uzağımız

Ne güzeldik ne çirkin
Hem vardık hem sonduk
Ne anladık 
Neredeydik

Zamansız mekanlar olduk
Derken yoksunduk

Ne başladık ne bittik

Hiçbir şey anlamadık da 

Bir tek yaşadık
Etrafı buğulu ortası net 
O masaldaki reklam olduk




12 Temmuz 2013 Cuma

Kayıkta kurbağa varsa kürek sorun olmaktan çıkmıştır

Gökten illa kurbağa mı yağmalı bazı farkındalıklar uğruna?  Dakikalar boşa mı harcanıyor o şoklar olmadan? Neyin yarışındayız ve kimin umurundayız? Küreğini kim çekiyor ve o kürek sana mı ait daha da can alıcı olan o kayık kimin? Hatta kayıkta sen de var mısın yoksa kıyıdan mı izliyorsun? Neyin kıyısındasın? Okyanus mu, nehir mi, göl mü yoksa sıradan bir deniz mi? Sıradansa da dalgalı mı, durgun mu, sığ mı hatta orada mısın ve görüyor musun kayığı?

İçinden atlayıp kayığa yüzmek, küreği ele geçirmek geliyor mu? İzleyici olarak mı kalacaksın yoksa zaten kayıkta mısın, neredesin? Her neredeysen orada olmaktan mutlu musun? Mutluysan bile bununla yetinebiliyor musun? Hem kayıkta olayım hem suyum durgun olsun hem de yorulmadan şu küreği çekeyim ve de o meşhur adaya varıyım mı diyorsun? Bir şey diyor musun ya da sadece susup bekliyor musun? Kim bilir kayık belki sana gelir ya da kim bilir kayık var mıdır yoksa sadece kürek çekmek için midir tüm bu kargaşa? Kargaşa var mıdır asıl? Kürek mi kayık için, kayık mı kürek için vardır?

Tam o kayıkta giderken işte oluverir : "gökten kurbağa yağar".. sen o an olursun, ne kayığı ne küreği görürsün! Hava durulur durulmasına sen yine başlar düşünürsün, kayığım var mı diye..

Ne çok soru var deme, yine de bir kargaşan olmayabilir.. Küreksiz de gidersin, kayıksız da.. Denizdeysen sorun yok, akar bir şekil gidersin. Ki kıyıdaysan bile en azından bakar gidersin.. Sonuçta kurbağa yağsa da yağmasa da sen gidersin..

10 Haziran 2013 Pazartesi

Boşluk doldurmaca



Mahallede boş bir sokak vardı
Geçmişi fena kalabalık.
Yangın çıkmış, yıkım olmuş, isyan ve kaçış..
Yine de 'yeni' yine de 'senli benli'.

Bir binanın içinde kocaman bir boşluk vardı
Yankılarla dolu, loş ve bulanık, az biraz da korkulu
Sesim çıkmadı heyecandan, hatta dilim tutuldu!
Haykiramadim adini. 'Ey özgürlük!'

Bir evin içinde bomboş bir oda vardı.
Beklentilerin kayıp alanları.

Geçenlerde bende bir boşluk vardı. Sen geldin, hiç anlamı kalmadı.

Dün, sende bir boşluk vardi, Korktum da söyleyemedim.
Sustum da saklayamadım..
Bugün de aramızda bir boşluk var, hala dolduramadığım..


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir Aşk Hikayesi - Jazz ve Paris

Yakınen tanıyanlar bilir, bu ara plansız yaşadığımı. Daha yakınen tanıyanlar ise genel tercihimin bu yönde olduğunun farkındalar..

Bu sefer ki hiç hesap kitap yapmadan karşıma çıktı. Hadi dendi; geliyorum dedim, yarım gün hazırlıkla yola çıktım. Şımarıklık had safhada, özür dilerim baştan.

Seviyoruz akışları ya; biraz tuzlu oldu tabii ama hamd olsun !

Paris'te yaşanmış bir kaç hikayemi yine bu blog aracılığı ile anlatmıştım. Bu sefer yaklaşık 20 farklı hikaye çıkarabilecek kıvama erdim, ama romana çevirip kitap mı yazsam diyorum. Moda zaten. Bir benim kitabım yok, neden olmasın?

Hepimiz yazarız, sanatçıyız, ressamız bu memlekette son zamanlarda, "özgürüz" olabildiğince nasılsa yaz çiz fark etmiyor..

Paris ve Jazz büyük aşk yaşarlar. Yıllardır. "Seni Seviyorum"suz olanlardan. Hani hiç söze gerek yoktur, sessizlikle sonsuzlaştırılmış aşklar vardır ya.. O suskun aşklardandır bu ikisi arasındaki. Hep özenmişimdir. Jazz'ı kıskanmışımdır hatta. Neyse Allah sahibine bağışlasın.

Saint Germain Des Pres, Jazz Festival'ine denk gelmişim. Program çok güzel ama saat gün vs uymuyor bir türlü. Herşey de hayır var evladım derken kendime,bir aplikasyon yükledim otelde ayfonuma. Bir de ne gördüm o gece Jon Hendricks var ve sadece 3km ötede.
Paris'te her aktivitenin, müzenin kısaca onun bunun aplikasyonu var. Teknoloji de bir yere kadar canım derken gördüm ki hastası olmuşum bu işin. Ayfon 120 Gb oldu deseler,  hemen gidip 5slx olan o yeni modeli alacağım, o kadar.  Geçmiş olsun bana diyor, Jazz'a dönüyorum.

Jon Hendricks; bakınız 92 yaşında ; meraklısına : http://en.wikipedia.org/wiki/Jon_Hendricks
Alo dedim Duc Des Lombards'a ve acı gerçeği öğrendim ki yer yok ! Paris ve Jazz aşkı işte.. Eh aşk işin içindeyse sonunda vardır bir hayır dedik, yağmura rağmen, kulübün önünde yaklaşık 25 dakika bekleyip, biz ama Türkiye'den geldik, biz ama biz ama diye en muhteşem Fransızcamla anlatıp içeri daldık. Kızcağız bize bir yer ayarladı ki sahnenin dibi. Hatta dibinin de dibi, bateristin yanı. O mu çalıyor ben mi belli değil, o kadar havaya girmişim, düşün.

Ben Jon Hendricks'i görebilir miyim derken, daha önceden dinleyip çok beğendiğim Olivier Temime birden merdivenlerden sahneye iniyor, elinde saksofonu, önümde çalmaya başlıyor, ben de 4,3 deprem etkisi..

Bunu ben nasıl yazacağım diye sordum kendime? Farkındayım şu anlatım ile yaşadığım 10 ise sizin okuduklarınız 3 değerinde maalesef. Elimden gelen bu.

Madem anlatamıyorum, bari Aşk'ımdan bahsedeyim size.
Son zamanlarda "niye" ve "yine" caza aşık olduğumdan: O kadar daraldı ki düşünce alanım, o kadar sığamıyorum ki kabıma, o kadar üzüyor ki memleketten haberler, tutsak kaldık yaşayamamalara.
Caz özgürlüktür.
Caz akandır, susmaz, aksar ve aksadıkça değerlenir
Caz sonsuzluktur, gecedir, mavidir, içinden gelendir.

Aşkın bir hali de cazdır. Paris, Caz'a aşıktır, hep de öyle kalacaktır.








12 Mayıs 2013 Pazar

Var'dim - anneme

Anne olunca Var'dim ki
bir sıfat değil bu
Çelişki Senfonisi
duygu koleksiyonu
Gidememenin
Dantelsiz duvaklarını takıp da
Kanatsız uçmaların
saklayamadığın zamanları yaşamanın yorgunsuz anları

Ağrısız geçen sancıların
Aksak akan soluksuzluğuna daldım ..
Vardım ki oradasın

http://youtu.be/OUCwU7vk5ow



27 Nisan 2013 Cumartesi

ütopyamın arka mahallesinde

Benim de bir ütopyam olsun ! Kendi pastoralimi yazıyım.
Hayaller odasının kilidini rica ettim aklımdan.
Parlak metal sarıdan pembeye çalan, uzun ince olanlardan
Kullanmaya kıyamazsın

Neyse dedim düzenin kaldırımlarında inceden inceye yürürken

Girdim içeri, kendi evimdeydim.

Yerçekimi olmayan tek oda bir banyo
her yerde çeşit çeşit ayna
meleklerin kanatları danteline takılmış tavanın
koruyucu nefesin parfümü salınmış odaya

Yatak, hükümsüz sandığın hemen arkasında
sualsiz çarşaflarla örtülü.
gelin olsan zıplarsın üzerinde
öylesine tüy gibi ..

Yakınsın her yere ki
bir o kadar da uzaksın alametlerinden

zaten çıkmıyorsun o zıpzıp düzensiz merdivenlerden
yerden çekimsiz, hayattan bağımsız, ortadan kaybolmuş
o endamı belirsiz okyanusun
sana taşınmış

Nereden nereye

En güzelisin bu ütopyanın
Tek olan gerçeğin
Anlamsız zamansızlığında
tek olup terk olmamak adına
yaşıyorsun
o nam'ı diger yerçekimsiz arka mahallende.



26 Nisan 2013 Cuma

şşşş ! izmir uyuyor ; fourinthepocket ile uykusuz bir gece

İzmir uyuyor. Kimler geliyor, geçiyor.. bizim kız, bildiğin evde yok.

Dün gece Bios Bar'da "Fourinthepocket" konseri vardı. O ne güzel şeydi öyle.
Aç kalmışız desem az kalır susuzmuşuz; kana kana izledik. İzlemedik sadece içine girdik.
Girmekle kalmayıp; daldık. Bildiğin derinlere, neler neler çıktı o denizin dibinden.
En dibe kadar inebildik, tüpsüz hani.

Bunları okuyanlar da diyecek kızım ne içtin sen?
"Sadece 2 bira şekerim" diye sayabilecek kadar da ayıktım.
Müziği ayıklığımla ödüllendirdim, o duyguseli'nde aksi düşünülemezdi ki.

Elif Çağlar'ınki ses değil, haz ! Alp'in bası tam bir taş, beynine kalbine midene vura vura..
Mert davul çalmıyor, insanın aklıyla oynuyor, Çağrı klavyeyi buralarda değil uzayda çalıyor. Bildiğin Mars var ya oradasın etrafta çıt yok bir o sesler dans ediyor rengarenk.Toygun ne yaptı ne etti biz anlamadık, dinleyemedim ben adamı. Baka baka yok oldum, kulağımın ezberi bozuldu, duyduklarıma saygıdan başım öne eğik, yavaş yavaş sallanıyorum sandım ki güzel dans ediyormuşum. İltifat bile aldım.

Ne abarttın be Duygu ?
Ama ne çektim ben dün gece Bios'ta;
fourinthepocket'la ne çektim ..Video çektim tabii; ama sallanamama problemiyle adam akıllı olmamış hiçbiri o da ayrı.. Bknz https://www.youtube.com/watch?v=9ekfqDJrS-Q

Ben biraz özet geçtim, gidiniz, izleyiniz, ruhunuzu sevaba sokunuz; reklam meklam olacak olsun; İstanbul'da Ankara'da orada burada çıkıyorlar işte; google'layınız.




24 Nisan 2013 Çarşamba

kız çocuğu

Daha olan olmadı
ama şimdiden o olası mucize
olası da değil
olacak olan mucize için
düşün düşün heyecanlanıp
gözlerimin dolmasına engel olamıyorum

ol'malar silsilesi içinde
heyecanımdan yerimde duramıyor
bakın görün inanamayacaksınız diye bağırıyorum içimden
sessiz sedasız

kaldırımların kenarında ince bir çizgi üzerinde yürümeye çalışan
önü delik çorabından pattes misali çıkmış baş parmağını saklayan
o burnu pis ama içi temiz , pasaklı ama güzel kız çocuğu

26 Mart 2013 Salı

il'e

e'yi yazmadan il yazıp
gerisini 'okuyan anlasın'a bırakma
siz daha yaşamadan olanı görme
biz diyemeden ikimizden geçmiş olma
noktasındayım

kelimeleri virgül yerine "il" ile bağlama
sonuna e'yi sana koydurtma
bir'imize kavuşabilmek adına
yolu yarılamış hallerdeyim.

bi gülüyorum delicesine..
sana gelmecesine
seni bana eklercesine
topluyorum

virgüllerle "ayırmadan"
 ile'lerle  tamamlıyorum

o'na / sana / tüm'e
varıyorum.



6 Mart 2013 Çarşamba

anlamadın

Yüz değil milyon kere anlatmaya çalıştım
yazamadim veya söylemedim - sadece
atladım yoluna kendi yolumla
Bulursun dedim, hatta belki görürsün
en çok da
yaşamanı istedim

Başta provalardaydık
bir baktım, oyun başlamış ..
ikinci perde

Anlarsın sandım

Gitmeden önce, sonu olmayan bir öpücük bıraktım

zamansız kısa bir
Mola verdim

gittim yakına, döndüm uzaklarla

bir de baktım, seni bulamadım
"Sen gittin" derken fark ettim
asla orada olamadın







25 Şubat 2013 Pazartesi

Ben bilmem

Anlik oldu
Beynime toz kacti
Pardon dedim
Sesim
Cikmadi
Adam konuştu durdu
Ben ne anladi ne dinledi
Köşeyi döndük
Ben ne gördü ne anladi

15 Şubat 2013 Cuma

Sen bunalım sansan da ben apak yapraklardayım

Ben var ya ; az biraz erime kıvamına gelmişim.
"Şşşşş". Bir bebek uyuyor sıkıysa gık de misali.

Derinlerimi içime atıp, üzerine kaçak 5 kat çıkıp, yukarıdan aşağıya bakamaz olmalardayım.
Mum olmuşum Mum.
Ateşim cayır cayır, aydınlığın farkında değilim, eriyorum azardan.

Büyüklerimin dediği gibi dulcuk olmuşum. Öyle bir köşede. Çömelmece, çiğdem çitleye çitleye. Yaşamlar satılık da bir ben kiracı devamlı arayışlarda.

Bekliyorum! Sanırsın sabrımın erdeminden.Tabii ki değil.Nerdeee?
Patlamaya hazır ve nazır olamamaktan, kaçışlarda zırıl zırıl.

Alevim muhteşem etrafıma; bir ben karanlıkta. Loş loş iyi de geliyor hani derken bakmışım eriyoruz yumuşak, ve sıcak sıcak; mis gibi kıvamında..

Bu hallerimin dalgalarıyla geçen gün tanıştım. Tanıştırıldım. Sağlam kafalı bir hatun sağ olsun.

Arada çıkar gelir. Hep yanımdadır da aslında;  bu aralarda gelmeler apayrıdır. Aynayı tutar, ışık zaten hazırdır, o gizemli pencereden sızar usulca. Bakarım şöyle bir damarlarıma. İçimden akanlara. Sızanlara, duramayıp akıp gidenlere.

"Dur'ak"lara sığınırım.
Başlarım: Dur'up ve Ak'maya !

Yok ederiz o zamanlarda. Grilikleri. Tozu dumanı kaldırırız, apak yapraklar eteklerimizde sallanır salınırız.

Ziller çalar duymayız, efendilerin efendileri ses vermeye başlamış bile. Kime ne ? Biz yine de iyi birer oyuncuyuz. Sağır da oluruz kör de.

Haydi bakalım ,Perde !








31 Ocak 2013 Perşembe

Kara Fatma, James Bond ve Ayça Varlıer

Biraz önce yine bir antenliyle karşılaştım. Aramızdaki o uzaylılardan bahsetmiyorum.
Bildiğiniz Fatma bu ; James Bond misali ama :

-Merhaba kimsin sen antenli?
-Fatma , Kara Fatma, bilimsel olarak hamam böceği de derler.

diye bir diyalogdayız kendisiyle ama ben kaçmayı tercih ediyorum.
Evet çocukluktan gelen korkular, evet hepsi annemin hatası ve evet benden küçücük zarar veremezler ama işte bir gerçek daha "korku" böyle bir şey.

Saçmalıklar silsilesi sahne bir

Elmas sudan daha pahalı, elmassız yaşarsın ama susuz asla..
Kara Fatma da öyle işte ; elmas misali değerli benim korku dünyamda.

Anma gelir başına, korkma gelir başına, kınama, sınama, yargılama, sonuçta yapma etme dünyası; sen ol yeter ! o gelecek başına.

Dolayısıyla, korksam da seviyorum artık Kara Fatma'ları, ben oldukça olacaklar sonuçta. Barış sağladım kendileriyle. Yine de arada bir ofise uğrayıp ziyarete geliyorlar. Hepsiyle birer birer tanışmıyorum artık. Dedim ya James Bond gibi; bir Pierce Brosnan oynuyor, bir Daniel Craig..
Onlar da kimlik değiştirseler de amaç aynı, tarz belli, fiziksel benzerlikleri çok vs.

Bir gün bana deselerdi Kara Fatma'ları anlat diye, yapamam derdim; keza yazıyı yazarken devamlı kaşınmaktan, mide bulantıları ve öğürmelerden.. Merak ediyorum; acaba okurken sizin gözünüzün önüne de geliyor mu o Fatma'lar. Kara kara.. Adı çirkin, tipi objektif olmamı gerektirmeksizin kötü işte. Evde besleyenini duymadım, millet elinde terlik ya da dergi peşinden koşuyor ya da benim gibi kaçıyor.
Derken..................
Dün gece bir konsere gittim, Ayça Varlıer. Bir konserin tanıtımı bu kadar mı yanlış ve başarısız yapılır. Ayça Varlıer'in sesi çok güzelmiş bu arada ve jazz aranjmanları çok hoş olmuş ama..
Neyse konseri eleştirmek ayrı bir yazı konusu..

Konser sırasında birbirinin önüne geçen sesler vardı kulağı rahatsız eden. Bir gitar vardı ki en çok o duyuluyordu. O teller kopacaktı sanki, çıkan ses melodiyle dans etmeye çalışan çıldırmış tellerin kavgası misali. Güzelim sese sahip o vokalleri duyabilmek adına gözleri kıstık, kafamızı uzattık, kulakları kabarttık bir seyler yapıp abartılı mimiklere girdik ama olmadı. Kendimi eleştiriye başladım o sırada,  sanki başkaları bunu yaşamıyormuşçasına. Ya da ben yaşamadıklarını sanıyordum.

Uzun süre sessizliğe alışmıştım tabii. Hayattan uzak bir hayat.. Değişik sesler yoktu, olduğunda da ben duymuyordum. Şimdi bu çok sesli, çıldırmış tellerin kavgaya dönüşen modern dans gösterisi de nereden çıkmıştı? Hazır mıydı ki kulaklarım? Fazla yüksek değil miydi bu ses? Ya da alışkanlık haline mi gelmişti bende sessizlik? derken; sabah ofise geldim. Bilgisayar başında otururken, içeriden arkadaşımın sesini duydum. Sakin bir ses : aaa bak bir kara fatma, dur öldürelim onu diyen sapsakin bir ses.

Kulaklarım çıldırmış olmalıydı, aklıma dün geceki konser geldi. Sesler böyleydi işte; koca bir hamam böceği gören arkadaşımdan çıkan sakin tınılara karşın keyif almaya gidilmiş bir konserdeki gitarın tellerinin kavgasını anımsatan hırçın tınılar. Hepsi ses sonuçta, ama o bile zaman tutsağı. Doğru anda doğru seslerle karşılaşmak, o seslere eşlik etmek istedim.

Yazı bitti.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Kuzu çevirmesiz geçen yanlış sayılmış yıllarıma inanmayan Semire

"Kuzu çevirme olaydı ya şimdi, ne yirdik kız " dedi Semire.
Boş boş bakakaldım. Hem eridim hem dondum keza saf maddenin erimeye başladığı sıcaklıkla, donmaya başladığı sıcaklık aynıdır demişlerdi ortaokulda. 
O saf madde bendim işte.

"Ne güzel gacısın öyle sen kırmızı rujunla, yaşın kaç " diyerek devam etti.

Gözünüzün önüne bir getirin beni: Ağzım yarı açık, sinek kaçtı kaçacak ve içine girdiğim şoktan çıkabileceğime dair ümidim kalmamışken; birden odaklandım: Kendisine ve halimize. Ana geri dönebilmiştim ve 'Otuz dört' diyerek cevap verdim.

"Neeee ben kadarmışın yok artık, ne yaptın cildine süyle bakiim, neler sürdün süründün, anlat diyem de vermezsin sırrını, kız gerçek de bakiyim essah kaç yaşındasın?"diye sordu güvensiz bakışlarla.

'Ben otuz dört saydım sen kaç dersen o olsun' dedim. Büyük teslimiyetteydim hali hazırda.

Halbuki ne güzel kuzu çevirme dediğinde aklım saatte 180 km hızla, apayrı gezegenlere seyahate çıkmıştı. Donmak, erimek derken saf  saf bakakalmıştım.

Keza ne alakaydı ! Biz ne zaman çıkarız diye düşünürken, hatunun aklı kuzu çevirmedeydi.

En son cevabıma istinaden sessiz kalmadı Semire; "Entel dantelsin sen anladık, bu anan olmasa zor bakarsın sen kızına" dedi. Haklıydı da, entel kısmı hariç.

Kabulümdü Semire'yle kuzu çevirmek, otuz dört olmamak , kızıma annem olmasa böylesine bakamayacağım, entel dantel olmak bile kabulümdü; işbu hastanedeki gerçek hayatların keskin köşeli hikayeleri karşısında. Hatta o hikayelerin yanında, gel de teslim olma.

Aslen hiç sevmediğim o 'kuzu çevirme' bana, on beş metrekare odada 4 kadın 3 çocuk nefes almaya çalışıyor olduğumuzu unutturmuştu. Pek matrak kadındı, Semire.

Onun keskin köşeli hikayesini yazmaya elim varmadığı için bu kadarını paylaşabiliyorum..
Biliyorum ki o da hayatı şakalarıyla seviyor. 

Semire'ye ..

https://www.youtube.com/watch?v=H98QJemFQqM