26 Nisan 2012 Perşembe

defterin eli

Elleri anlatıyordu yaşayıp da sakladıklarını.
Ele veriyordu yine o eller, bezinin sağlamlığını bir o kadar pamuk ipliğine bağlılığını.

Silgilerle işi yoktu o elllerin, kalem tutup karalamazdı da.
Sayfayı çevirir, defterin o kısmını açmamaya çalışırdı sadece.

Ona göre kabarık, daha yazılası çok şeyin olduğu bu defter elinin iziydi.
Her yeni dokunuşta yeni çizgiler belirirdi. Uzunlu kısalı, sıradışı, derin bazen silik soluk
yepyeni izlerle yazılırdı deftere.

Ciltleri kopmak üzere ama hala bomboş, bembeyaz sayfaları vardı.
Yazmaya cesaret isteyen sayfalarla dolu..
Elinin izini basacaktı son sayfaya
Anlatılamayanlar, unutulanlar, kaçılanlar ve saklananlar adına..

Defterin eli olacaktı artık kendisi de
Izinin damgalandığı son sayfayla defteri yüreğinde, sözleri gözlerinde..












20 Nisan 2012 Cuma

mahalle

Yaz ortası evde sıcak ötesi bir pazar. Çeşme'den erken dönmüşüm ,dinlenmek için. Ev dandini, valiz açılacak, çamaşır yıkanacak vs derken daha önce kitabını okuduğum o filme denk geldim. "Ye, Dua Et, Sev" Julia Roberts baş rolde.

Kolay olur, izlerim,uykum gelir, kafa dağıtırım diye düşünerek, takıldım filme. Sözüm ona konuyu biliyorum, sonunu biliyorum ama nafile, bir heyecan bastı beni. Hele kadının o kelimesini bulduğu sahnenin içime serptiği serinlik, ferahlık, aydınlık. Nereye kadar bu derinlik, ne komik bir etkileniş..

Ha neden, sahneler mi mükemmeldi? Oyunculuk mu yıkılıyor ? Müzikler mi? Yok değil.. Kelime bulunmuş daha ne olsun, kadın arayışta.. Durum o sırada aynı ben. Farkımız şu; ben geceleri satın alıyorum, kadın geze geze, hayatının bir dönemini. Aklıma gelmedi değil tabii, alıp başımı çekip gideyim ben de bir yerlere diye. Nereye tabii? İş var, kızım var,sorumluluklar ıvır zıvır ve tabii kıvır.

Neyse başladım yogaya, meditasyona, evren enerji ilişkilerini kurcalamaya. Hafif sıyırmaya yakınken duruldum.

Kabulleniş dönemi geldi çattı.

İstanbul'dayım o hafta, gece bir yere davetliydim. Gittim, eğlendik, yedik içtik derken zaten bir dolu alerji ilacı, kortizon vs kullanıyorum uyku ve kaşıntılar bastırdı, atladım taksiye eve dönüyorum. Bir arkadaşım da bana eşlik ediyor, daha ziyade ben kendisini eve bırakıyorum çünkü sızdı takside. Varlığı yokluğu bir neyse ki.

İstanbul'un Galata'sından Arnavutköy'e doğru yoldayız. Ses seda yok, daracık sokaklarda ilerliyoruz. Arnavut kaldırımı. Derken sol kaldırımda yürüyen biri var. Ben. Yürüyorum, yanımda bir kız çocuğu. Hava ağarıyor birden ve taksideki ben "An" içinde kayboluyorum.

Astral seyahat desem değil, kadın benden daha mutlu, daha güzel, yaz'ı yaşıyor o sırada, üzerinde tiril tiril upuzun bembeyaz çiçekli bir etek, askılı bembeyaz bir bluz, adeta kızıyla uçuşuyor. Ele ele tutuşmuş, kayarak sanki ilerliyorlar kaldırımda. Çok hafifler, taptazeler.

Aklıma film geliyor birden bire, Julia Roberts hayatının kelimesini arıyordu ve bulmuştu ya, ben de aramaya başlamıştım hatta ve işte o An buldum. "Mahalle"

O mahallede uçuşan, titreşen, gülen, mutlu kadın. Ruhum orada takılı kalıyor tabii.

Şimdilerde ise "Mahalle" diye diye, konsantre olmaya başladım zamanla. Mahalle diye diye dengeyi yakaladığım günlerim oldu. Mahalle diye diye arayışlarımı durdurup teslim oldum. Kaybolurum sandığım o Mahalle'de yeniden bir ben VAR oldum.




19 Nisan 2012 Perşembe

aşk ve kasaba


Kaş yapalım derken göz çıkardık.

Özgür, kendine has hafif de çatlak .. Meraklı ama hayata dair, bekar ama feleğin çemberinden geçmiş dört kadın toplandık. Kakkara kikkiri bir hafta sonu olacaktı. Amerikan dizilerinden fırlamalı sistem.

Sex and The City'deki gibi. Hoş, dört karakter de başroldeydi bizim dizide; yani Carrie. Kimse kabul etmedi azgın Samantha, ya da koca meraklısı Charlotte olmayı.

Güneşin yağmurla flört hallerinden kaynaklanan havanın dönekliği mi yoksa film setinin Urla gibi huzur yüklü bir yer seçilmesi mi artık her neyse, dizi Seks ve Şehir olmaktan çıktı.

Erkekleri konuşup, eleştirecek, hayatın dengesizliklerine varana kadar uzatacaktık konuyu. Ama takıldık, doğaya. Doğanın gücü bizi de etkisi altına aldı. Önce yağmurla sırılsıklam olup, farkına vardık. Sonra rüzgar çıktı, dalgalandık da durduk. Kabullendik. Daha sonra güneş açtı, biz de  açılıp saçılıp coştuk, şükrettik.

Mezesiz sofraların keyfi olmadığı gibi, konumuz bir ara ilişkiler oldu tabii. 
Doğanın hükmedemediği hatta hükmetmek istemediği elektronik ilişkiler. Kapıyı santral telefona bağlamışsın misali, otomatiğe alınmış ilişkiler. İstediğinde aç hem de yerinden kalkmadan.

Yarın ezberindedir nasılsa. Tüketim mutlaka olacaktır ama bari bu sefer ağır ağır olsun hesabındasındır. Ezberbozan çıkar mı diye bir an düşünsen bile, egon bozuverir seni. İlk o mu aradı, kim daha çok mesaj attı, gitsem mi, ne giysem, ne yazsam ..Ertelesem olası bitişleri de ne kadar ertelesem?

Gelsin, avuçlarımda yok olsun, kaybolup bir olalım gerisine de doğa karar versin diyemediğimiz elektronik ilişkiler. 

Şehri, erkekleri, seksi, modayı, son dedikoduları, ucuz kalori hesaplarını konuşamadık. İçe döndük, doğa bizi sarstı, salladı çarptı sonra da kendimizle özgür bıraktı.

Dört kadın, ne seksi ne şehri derken  "Kasaba ve Aşk" dizisine senaryo olduk. İyi de oldu, kopyalar bol etrafta, orijinali yakaladık. Kırk bölüm çekemeyecek olsak bile, hatta reytinglerde sona kalsak kimse izlemese ve hatta sevmese bile “biz’e ait” oldu. 

Özetle, senaryomuz güzel, yaşayacak cesaretimiz olsun yeter.

5 Nisan 2012 Perşembe

Toplan Yuvarlan

Toplan , yuvarlan, sallan biraz derken bakmışsın yine yeni adreslerdesin.

Ural Altay'dan buralara gelmişim "atlı göçebe" Türk kültürü sinmiş içimde.

Gündüzleri İzmir'de geceleri Hawai'de hafta sonları dünyanın ücra köşelerinde, kah Miami, kah Rio, ver elini Amazonlar, yüzerek geç Sakız'a derken bedenim astral seyahatte..

"Hadi gel gidelim" desinler yeter galiba.. Bir de şu laf var ki beni benden alır gider : "Senle her yere gelirim" Densin!?!? Hep densin ..

Densin de bunlar da bilinsin : Benim ruhum zaten seyahatte. Bedenim "fiziken" tutkallandı bu ara.. Buralara.. Ama gel gör ki içimde hayli estiren bir fırtına, koptu kopacak halatlarım bu güvenli limanda.

Aidiyet sorgulaması olmayan bir ruh benimkisi, dolaşsın, gezsin, görsün, öğrensin, yaşasın ve yaşatsın.

Bir gün Urla'da zeytin ağacı diker, 70'imde onu izlemek isterim, bir gün Paris'e kaçıp ressam olmak, başka bir gün Şambala'ya kaçıp aşkımla sonsuza dek yok olup dönmemek. Çok şey ister benimkisi; ağır görünen mobil ruh.

Bir akşam, bir dostumla sohbetteyken not almışım meşhur i-phone'uma. Demişiz ki :
" Hayat merdiven gibi, her Basamak başka keyifli"
Kim bilir kaçıncı basamaktayım; 100, 150 fark etmez. Dön gel dolaş, arada in arada çık derken, toplan yuvarlan, kah orada kah burada, çılgın gönül, hem gezgin hem zengin ruh bu, hayatla el ele sımsıkı dost bir "can" bu.

Basamakları saymadan inip çıkıyoruz işte, hiç bitmesin, eksik olmasın !..

Nereden mi çıktı bu yazı, yeni ev taşıdım da!!! Baktım bedenim de seyahatte, gel yaz dedim işte.
Taşınmalarım bile uyumlu hayatla. Dikey durmuyorum bu dünyaya, aynı paraleldeyiz hep aşkla.

Basamak dolu bir hayat diler, taşınmaların stresinden uzak durmanızı temenni ederim. Olacaksa olur, gelir geçer, toparlanır yuvarlanır..