23 Mayıs 2012 Çarşamba

vitamin

Kız kıza  güneşi batıralım dedik. Izmir'de güzel de bir akşam üstüydü.
Yüzde yüz'e oturduk, yiyoruz içiyoruz derken konu takıldı ilişkilere.
Bir mıknatıs misali çekiyorum bu durumları.

Danışan herkese bir reçete yazılıyor tabii. Kendini doktor sanan eczacılar gibi oldum.
Neyse ki vitaminlerin ötesine geçmiyorum.

Çok sevdiğim bir çocuk doktoru büyüğüm vardır, kızım ilk dünyaya geldiğinde ona çok danışırdım.
Gaz problemimiz var acaba şunu mu kullansam, bunu mu yapsam diye aradım bir gün; o da bana
"Su içir geçer kızım" demişti. Aynen durum bu aslında; vitaminler dolusu reçeteler gereksiz. Şu güzel havalarda, buz gibi, pırıl pırıl kocaman incecik kristal bir bardakta için Su'yu, aksın gitsin.

Hayatı kaçırdığımızı düşünüyorum bazen bu gibi konulara takıla takıla. Hani zaten karar vermiştik, formülü yoktu bu işin, gönüldü bu.

Derken, güneş battı batmasına, şaraplar içildi, kahkahalar sessizliği bozdu..
Buz gibi bir bardakta o malum hayat kurtaran sıvı da, tüm bunların üzerine tüketildi.
Su gibisi yokmuş cidden, hemen tazelenildi.

An'a dönüp, ev yoluna girmişken, bu bir işarettir denildi, İzmir'in en meşhurlarından Sirena'ya da gidildi.
O sırada birden başımın ucunda bir yıldız kümesi oluştu. Ya eve dönseydik hemen,neler olacaktı da biz bir şekilde buraya geldik, hangi fırsatlar kaçtı ama yerine hangi kazanımlar eklendi ? Her ol'an yola girmişse, an'dan çıkıp planlar yapmaya ne gerek vardı?

Tüm bunları düşünürken, mojito'lar içildi, ve o sırada çantama cup diye bir şey düştü. Bir erik. Bu aslında arkadaşımın kısmetiydi. O'na vermek üzereydi diğer arkadaşım ama kısmet işte. Kocaman valizden bir boy küçük çantama saklanıverdi.

Gelen bir telefon üzerine, kızım beni çok özlemiş, eve dönüldü. Hemen uyunamazdı, hikayeler şarkılar ninniler derken, sabaha zor kalkıldı. İşe geldim, kredi kartımı ödemem gerekiyor, sabah sabah ilk iş bu olsun istememe rağmen kartı o koca-mini valiz içinde ararken, eriği buldum.

Kısmetim. Eriğim. Doğal vitaminim.


14 Mayıs 2012 Pazartesi

o ok yaydan çıkmış bir kere



Kızım bana "Anne aşk ne demek?" diye sordu. Gözlerinin içine baktım, kafam karışmış besbelli ve  aklımda yüzlerce soruyla donuk donuk durduğum o iki saniye içinde , nereden çıktı acaba bu soru diye düşünürken, ağzımı açmadan devam etti : "Her şarkıda aşk diyorlar, Hadise aşk'ın emek olduğunu söylüyor peki emek ne demek ?"

Neyse ki daha rahat bir nefes alıyorum, şimdiki soru daha kolay gibi geliyor ilk başta. Emek..

Emek demek diye başlıyorum ve hemen sabırsızca kızım "ekmek" gibi yenebilir mi diye soruyor gülerek.

Daha da rahatlıyorum, çünkü saçmalamama ramak kalmışken o da saçmalıyor. Aynı kafadayız neyseki diye düşünüp, konuyu bağlamaya çalışıyorum.

"Dalya'cım tüm bunları yaşayıp öğrenmek en güzeli, ama aşk'ı da emek'i de yiyebilirsin istersen" diyorum. Bu kız öyle kolay doyacak gibi değil belli ki "Görmediğim bir şeyi nasıl yerim ki ? " diye soruyor.

O iki dakika önceki tüm rahatlamalarım çöpe gidiyor birden. Ayarları yeni yapmışken yine ciddi ciddi başa dönüyoruz.

Annelik böyle işte, ok yaydan çıktı mı bir kere dönüşü yok.

Aşk'ı da öğretirim, şarkı da söyletirim desen de, o oradan buradan duyacak bir şekilde. Aşk emekmiş, yenmezmiş diye.