31 Ocak 2013 Perşembe

Kara Fatma, James Bond ve Ayça Varlıer

Biraz önce yine bir antenliyle karşılaştım. Aramızdaki o uzaylılardan bahsetmiyorum.
Bildiğiniz Fatma bu ; James Bond misali ama :

-Merhaba kimsin sen antenli?
-Fatma , Kara Fatma, bilimsel olarak hamam böceği de derler.

diye bir diyalogdayız kendisiyle ama ben kaçmayı tercih ediyorum.
Evet çocukluktan gelen korkular, evet hepsi annemin hatası ve evet benden küçücük zarar veremezler ama işte bir gerçek daha "korku" böyle bir şey.

Saçmalıklar silsilesi sahne bir

Elmas sudan daha pahalı, elmassız yaşarsın ama susuz asla..
Kara Fatma da öyle işte ; elmas misali değerli benim korku dünyamda.

Anma gelir başına, korkma gelir başına, kınama, sınama, yargılama, sonuçta yapma etme dünyası; sen ol yeter ! o gelecek başına.

Dolayısıyla, korksam da seviyorum artık Kara Fatma'ları, ben oldukça olacaklar sonuçta. Barış sağladım kendileriyle. Yine de arada bir ofise uğrayıp ziyarete geliyorlar. Hepsiyle birer birer tanışmıyorum artık. Dedim ya James Bond gibi; bir Pierce Brosnan oynuyor, bir Daniel Craig..
Onlar da kimlik değiştirseler de amaç aynı, tarz belli, fiziksel benzerlikleri çok vs.

Bir gün bana deselerdi Kara Fatma'ları anlat diye, yapamam derdim; keza yazıyı yazarken devamlı kaşınmaktan, mide bulantıları ve öğürmelerden.. Merak ediyorum; acaba okurken sizin gözünüzün önüne de geliyor mu o Fatma'lar. Kara kara.. Adı çirkin, tipi objektif olmamı gerektirmeksizin kötü işte. Evde besleyenini duymadım, millet elinde terlik ya da dergi peşinden koşuyor ya da benim gibi kaçıyor.
Derken..................
Dün gece bir konsere gittim, Ayça Varlıer. Bir konserin tanıtımı bu kadar mı yanlış ve başarısız yapılır. Ayça Varlıer'in sesi çok güzelmiş bu arada ve jazz aranjmanları çok hoş olmuş ama..
Neyse konseri eleştirmek ayrı bir yazı konusu..

Konser sırasında birbirinin önüne geçen sesler vardı kulağı rahatsız eden. Bir gitar vardı ki en çok o duyuluyordu. O teller kopacaktı sanki, çıkan ses melodiyle dans etmeye çalışan çıldırmış tellerin kavgası misali. Güzelim sese sahip o vokalleri duyabilmek adına gözleri kıstık, kafamızı uzattık, kulakları kabarttık bir seyler yapıp abartılı mimiklere girdik ama olmadı. Kendimi eleştiriye başladım o sırada,  sanki başkaları bunu yaşamıyormuşçasına. Ya da ben yaşamadıklarını sanıyordum.

Uzun süre sessizliğe alışmıştım tabii. Hayattan uzak bir hayat.. Değişik sesler yoktu, olduğunda da ben duymuyordum. Şimdi bu çok sesli, çıldırmış tellerin kavgaya dönüşen modern dans gösterisi de nereden çıkmıştı? Hazır mıydı ki kulaklarım? Fazla yüksek değil miydi bu ses? Ya da alışkanlık haline mi gelmişti bende sessizlik? derken; sabah ofise geldim. Bilgisayar başında otururken, içeriden arkadaşımın sesini duydum. Sakin bir ses : aaa bak bir kara fatma, dur öldürelim onu diyen sapsakin bir ses.

Kulaklarım çıldırmış olmalıydı, aklıma dün geceki konser geldi. Sesler böyleydi işte; koca bir hamam böceği gören arkadaşımdan çıkan sakin tınılara karşın keyif almaya gidilmiş bir konserdeki gitarın tellerinin kavgasını anımsatan hırçın tınılar. Hepsi ses sonuçta, ama o bile zaman tutsağı. Doğru anda doğru seslerle karşılaşmak, o seslere eşlik etmek istedim.

Yazı bitti.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Kuzu çevirmesiz geçen yanlış sayılmış yıllarıma inanmayan Semire

"Kuzu çevirme olaydı ya şimdi, ne yirdik kız " dedi Semire.
Boş boş bakakaldım. Hem eridim hem dondum keza saf maddenin erimeye başladığı sıcaklıkla, donmaya başladığı sıcaklık aynıdır demişlerdi ortaokulda. 
O saf madde bendim işte.

"Ne güzel gacısın öyle sen kırmızı rujunla, yaşın kaç " diyerek devam etti.

Gözünüzün önüne bir getirin beni: Ağzım yarı açık, sinek kaçtı kaçacak ve içine girdiğim şoktan çıkabileceğime dair ümidim kalmamışken; birden odaklandım: Kendisine ve halimize. Ana geri dönebilmiştim ve 'Otuz dört' diyerek cevap verdim.

"Neeee ben kadarmışın yok artık, ne yaptın cildine süyle bakiim, neler sürdün süründün, anlat diyem de vermezsin sırrını, kız gerçek de bakiyim essah kaç yaşındasın?"diye sordu güvensiz bakışlarla.

'Ben otuz dört saydım sen kaç dersen o olsun' dedim. Büyük teslimiyetteydim hali hazırda.

Halbuki ne güzel kuzu çevirme dediğinde aklım saatte 180 km hızla, apayrı gezegenlere seyahate çıkmıştı. Donmak, erimek derken saf  saf bakakalmıştım.

Keza ne alakaydı ! Biz ne zaman çıkarız diye düşünürken, hatunun aklı kuzu çevirmedeydi.

En son cevabıma istinaden sessiz kalmadı Semire; "Entel dantelsin sen anladık, bu anan olmasa zor bakarsın sen kızına" dedi. Haklıydı da, entel kısmı hariç.

Kabulümdü Semire'yle kuzu çevirmek, otuz dört olmamak , kızıma annem olmasa böylesine bakamayacağım, entel dantel olmak bile kabulümdü; işbu hastanedeki gerçek hayatların keskin köşeli hikayeleri karşısında. Hatta o hikayelerin yanında, gel de teslim olma.

Aslen hiç sevmediğim o 'kuzu çevirme' bana, on beş metrekare odada 4 kadın 3 çocuk nefes almaya çalışıyor olduğumuzu unutturmuştu. Pek matrak kadındı, Semire.

Onun keskin köşeli hikayesini yazmaya elim varmadığı için bu kadarını paylaşabiliyorum..
Biliyorum ki o da hayatı şakalarıyla seviyor. 

Semire'ye ..

https://www.youtube.com/watch?v=H98QJemFQqM